28 Kasım 2010 Pazar

Ümit Yaşar - İstanbul



Ümit Yaşar'ın harika İstanbul şiiri...

26 Kasım 2010 Cuma

Yansımalar - Mektup



Yansımalar grubunun albümlerinde yer almayan Birol Yayla bestesi 'Mektup' görüntüler II.Abdulhamid'in fotoğraf arşivinden...

22 Kasım 2010 Pazartesi

Sorular













Hep sorular, hep neden ve niçin çelişkileri, yaşamı sorgulamak.
Var oluşu-yok oluşu, aşkları-ayrılıkları, umutları-yıkılışları, sevmeleri-terkedilişleri sorgulamak 
ve hata aramak, bir cevap aramak bu hengamede, bir çıkış, bir liman.
Belkide unutmak, hiçbirşeyi hatırlamamak.
Bazende lanet etmek otobüs duraklarına, vapurlara, martılara, caddelere ve iki bardak çaya.
Bazen yeniden başlamayı düşünmeye ve o cesareti bulamamaya sitem.
Sonunu bildiğin bir filmi izlemek ne kadar haz veriyorsa  işte öyle yenideni düşünmek
ve boşvermek her seferinde. Her seferinde ah etmek feleğe, gözyaşı dökmek çileye ve hiç suçu olmayan kadere yüklenmek.
Oysa mutluyken nedenler nerede? Niçinler neden yok. Mutluyken neden git ve ayrılıklarla yoğrulmuş şarkılar yok. Nerede firak şiirleri? nerede hani bir an bile olsa unutmayı sağlayan mey?
Yalancıyız ve dürüst şeyler istiyoruz ve insanız.

15 Kasım 2010 Pazartesi

Çay













Çay,
çaydanlık,
çay ocağı,
çaycı,
hayatımda ne kadar çok anlama sahip bu terimler.
sabah çay,
öğlen çay,
ikindi çay,
saat beş, çay.
çaysamak diye tabir ettiğim ve giderilmesine çaylanmak dediğim şey.
bir şiirde, şair "çaycı getir ilaç kokulu çay’dan" der.
‘İlaç’ demiş çay’a şair,bende diyorum ki 'ihtiyaç'
muhtacım çay’a
çaycıya,
çayhaneye,
hasılı;
çay’ı yaradana,
bulana,
bu şekle getirene,
bize sunana,
bin teşekkür ve şükran.

8 Kasım 2010 Pazartesi

İstanbul ve Ben














En güzel nedir?dediler.
Sen dedim.
Vazgeçilmezin ne?
Sen dedim.
Aşkı tarif et?
Sen dedim.
Hayatta gayen ne dediler?
Seninle olmak dedim.
En sevdiğin ses ne? diye sual ettiler.
Sesin sedan dedim.
Renklerin ne? dediler.
Mavini ve yeşilini gösterdim.
Bir şarkı söyle? dediler.
Senin isminle olan tüm şarkıları söyledim.
Nedir sırrı? dediler.
Aşk dedim, sevgi dedim, çile dedim, saplantı dedim, onsuz olmaz dedim.
Heyhat! dediler.
Benle seni kıskandılar.
İstanbul.

6 Kasım 2010 Cumartesi

Kendin













İrkilirsin ansızın
bir ses duymanın telaşı içerisinde
yağmurun sesidir seni ürperten
üşürsün,
düşünürsün yağmurlu akşamlarını
İstanbu’lun
düşünürsun geçmişini, geleceğini
herşeyini,
gözlerinden yaş gelir
eskilerdir seni ağlatan
bir sevgiliye sitemdir
belkide,
kaldırımlar olur arkadaşın
ıssız gecede, 
Necip Fazıl'ı anarsın, kimsesiz sokaklarda
cebine atarsın elini
karıştırırsın,
belki geçmişe dair kırıntılar ararsın.
umutsuzca çıkarırsın geçmişini.
cevapsız kalır soruların
kafanda,
hep eskiye özlem vardır dimağında.
ve kendine seslenirsin
belki de bir şarkı kıvamında
"nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım"
ve yol biter.

2 Kasım 2010 Salı

Yürümek

















Yürüyorum.
cadde boyu, insanlar üstüne sanki;
yürüyorum
İstiklal'de istikbale.
yürüyorum
zamana karşı.
yürüyorum
sevdama, O’na.
yürüyorum,
yol bilmeden, iz sürmeden.
yürüyorum,
yolumun sonunu bilmeden.
bir sokağa kıvrılıyorum birden.
yürümüyorum, düşünüyorum, hissediyorum
bu aralık beni dinlemeye sevkediyor
sesleri,müziği,kendimi
bu ara sanki hayatımın soluk arası gibi
soluyorum havayı, nefes alıyorum bu Aralık’ta.
ve aradan bir ara çıkıyorum aniden
şimdide geçmişten geleceğe yürüyeceğim
artık geçmişini bilerek, geleceği düşünerek.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Romanların romansı festivali

Yağmurlu bir pazar gününde,suya hasret bir şehirde, bir festival. İsmi sanki bugüne dair Sulukule Festivali.
Yüzleri güleç; mekanları biharap olsada...umutları var,umuda varan adımlar olmasada. Ama hep şen, hep gülümser, hep inadına mutlular zahirde bu insanlar. Gerçi tek tek konuşmaya başlarsan dertleri çok ama sanki şarkıdaki "Derdim çoktur hangisine yanayım"der gibi “derdimiz zaten çok” o zaman "nalına da vur"deyip es geçmişler hayatın çilesini, kederini, çekilmezliğini...müziğe adamışlar kendilerini, her biri sanki bir orkestra gibi, çalıyor, söylüyor, raksediyor ve hakeza...
Burada hayat farklı yaşanıyor, burası şehirden ayrı, şehrin içinde keyifli kalmayı becerebilenlerin mekanı. Bu semtte her zaman bir cümbüş var. Sebep bazen bir düğün, bazen asker uğurlama, bazen sünnet merasimi, bazen de nedensiz. Bir enstürman tınısı yeterli ellerin şaklaması, kalçaların oynaması için, hemen başlıyorlar "Abee bitmez bu dünyanın çilesi" der gibi, atıyorlar sahneye bedenlerini. Ayaklarda derman, ciğerde nefes tükenene kadar oynuyorlar oynuyorlar...
Klarnet çalan bir çocuk gördüm, henüz 14-15'inde, bir çalıyor ki enstürmanını, en derinine ulaşıyor insanın, en can alıcı yerinden vuruyor. Merak ediyorum ve soruyorum çocuğa "Kaç yaşından beri çalıyorsun klarneti ?"Cevap: "Abe bilmemki" diyor. Anlıyorumki, bu sesle anne karnında tanışmış, nasıl bir istidat verilmişse bu insanlara, müzik aletinin türü çok önemli değil, hepsinden ses çıkarıp, hepsine ruh verebiliyorlar .İnsanın içinden şu geçiyor; keşke imkan olsada bu insanlar konservatuar okusa, akademik olarak geliştirseler kendilerini; fakat heyhat, maddi sıkıntı buralara o kadar hakim ki; ekmeğin yanına katık olsun da ne olursa olsun dercesine.Karınları doyunca dünyanın en bahtiyarı addediyorlar kendilerini...
Sulukule festivalinin bu yıl 3.sü düzenleniyor, dünyanın her yanından romanlar bu festivale rağbet gösteriyor, tabii roman müziğini severler de,bir nevi sanat etkinliği olmuş bu festival.
Bir sonraki festival mayıs ayında meraklılara duyurulur.